Gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor; hakkını arayan, "inancımız gereği okumak istiyoruz" diyen gençlerin nasıl tahta coplarla analarından doğduklarına pişman edildikleri.
İmam Hatiplerin orta kısımlarının kapatılmasından dolayı isyan eden anne ve babaların acımasızca coplandığını hala unutamıyorum.
Orhan Taşanlar'ın Bursa valisi olduğu dönemde polise "dövün, acımayın" emrini verip, amacı sadece okumak olan çocukları ve onlara destek veren yakınlarının hiçbir akılla izah edilemeyecek şekilde yerlerde sürüklenip, hırpalandıkları, eziyet gördükleri hala hafızalarımızda.
O dönemde polis, hakkını arayanlara öyle acımasızca, şuursuzca saldırdı, dövdü, copladı ki yapılanları hiçbir vicdan kabullenemedi.
Geçen hafta ODTÜ'de öğrenciler izinsiz gösteri yapmak isteyince, sivil bir polis memuru, etkisiz hale getirilen bir öğrenciyi öyle bir dövdü, hoplayıp, zıplayıp tekmeledi ki, çevik kuvvet polisleri kendisini yatıştırmakta güçlük çekti!
Görevi, bu ve buna benzer olaylarda göstericileri etkisiz hale getirmek olan polisin, ODTÜ'deki öğrenciye yaptığı muamele bana 28 Şubat sürecinde inancından dolayı acımasızca dövülen, yerlerde sürüklenenleri hatırlattı.
Gelelim diğer olaya...
***
AA muhabiri Abdülkadir Nişancı, Bayburt-Trabzon arasında bulunan Soğanlı Dağı'ndaki yol açma çalışmalarını takip ederken, haber peşinde koşarken, dik yamaçtan yuvarlandı, ortadan kayboldu.
Aradan 4 gün geçti kendisinden hala haber yok, sanki o dağların etekleri gazeteciyi yuttu.
Yaşanan talihsiz olayın ardından, sosyal medyada bazıları öyle paylaşımlar yaptı ki, hakikaten insan yaşamaktan utanır hale geliyor.
Mevzu belli, AA'nın 31 Mart gecesi veri akışını durdurmasından sonra olayla uzaktan, yakından ilgisi olamayan birini öne çıkarıp kin ve nefret kusmak.
Toplum acayip şekilde çatırdıyor, karpuz gibi ikiye bölünmeye doğru sürükleniyor.
Oysa Rabbimiz bizi Maide Suresi'nde şöyle uyarıyor: 'Ey inananlar, Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın.'
Daha ne desin Yaratıcımız.
Hadi dinle, inançla ilgisi olmayanlar kin ve nefrete bürünebiliyorlar, oraya, buraya savruluyorlar diyelim!
Şimdi, dillerinden Allah ve Resulü'nü düşürmeyenleri ne yapacağız, nereye koyacağız, ne diyeceğiz?
Onların sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar da, utanç verici, kin ve nefreti tetikleyen, aklını yitirmişçesine yapılan saçmalıkları hangi kategoriye koyalım.
İnsanların siyasi görüşüne, geçmişine, kimliğine, inancına, yaşam tarzına, mezhebine bakmadan "Gelin hep birlikte ülkemize, merhamet ve vicdan tohumlarını yeniden ekelim" diyecek bir kıpırdanışa ihtiyaç var.
Bu iş böyle gitmez; kardeşlerin, komşuların, akrabaların bir birinden nefret etmeye başladığı bir süreç yaşıyoruz.
28 Şubat öncesi ve sonrasında bile yaşanmayan utançlara, ötekileştirmelere şahit oluyoruz.
Bir birine tahammül edemeyen, sözünü, yazdıklarını kabullenemeyenler var artık!
Eleştirenler de eleştirilenler kadar kendini kaybediyor! Kısacası herkes haddini, sınırını yeniden öğrenmesi gerek.
Yani acilen medeniyet kodlarımıza dönmek zorundayız. Bu süreç en tepedekilerin nefret dilini terk etmesiyle başlayabilir.
***
ORHANELİ'NİN MENEKŞELERİ
Tarım ve hayvancılıkta patinaj devam ederken, Bursa'nın dağ ilçeleri ve köyleri hızla insansızlaşırken...
Orhaneli'nin köylüleri, kendilerine destek olma becerisini gösteremeyenlere inat, üretime katkı koyuyorlar.
Yaklaşık 5 aylık zorlu bir bakımın ardından köylü kadınlar tarafından yetiştirilen menekşe çiçeklerinin tohumları büyük rağbet görüyor.
Elde edilen tohumların kilosu 3 bin ile 45 bin lira arasında değişen fiyatlarla ihraç ediliyormuş.
Sabırla yapılan işlemlerin sonucunda 100 saksıdan 1 kilo menekşe tohumu toprakla buluşması sağlanıyor.
Tabi, çiçek ihracatında zirvede olan ve yılda 9 milyar dolar bu işten gelir elde eden Hollanda, bu ülkedeki firmalar ve yaklaşık 15 ülke, tohumları almak için sıraya giriyorlarmış.
Umarız, Orhanelili kadınların azmi, heyecanı farklı alanlara da kayar, duyulur.
Bunun için yöre milletvekillerinin çaba göstermesi, idealist olmalarıyla, "demek ki menekşe tohumu yetiştiriciliği ile ülkemize döviz getirisi oluyor. Biz kolları sıvayalım, dibe vurmuş hayvancılığı da canlandıralım" diyerek, canla başla sloganının, sadece slogandan ibaret olmadığını göstermeleri gerekiyor.
Kısacası "demek ki oluyormuş"diyebiliyoruz...
***
BİR SÖZ
Bu ne biçim iş, ne biçim federasyon, ne biçim hakemlik, nasıl insanlık, nasıl hak yeme.
Hasan Kartal