Korona virüs olarak adlandırılan salgın, Dünya’yı esir almış durumda! İnsan eliyle üretilip üretilmediği tartışılmaya devam ediyor.
Dünya bu salgını Çin’de kaldırımlarda yürürken aniden düşüp ölen insanları, birçok TV kanalları aracılığıyla öğrendi! Kabul edelim ki haberleri gürültülü bir şekilde ve tekrar tekrar vererek korku psikolojisi oluşturma konusunda son derece başarılı oldular! Bu korku vücudun bağışıklık sisteminin çökmesi, yalnızlık ve ölüm korkusu ile bencilleşmeyi önemli oranda tetikledi! Kur-an’da anlatılan mahşerdeki bencilliğin (beni/kendini kurtarma telaşı) provası mıydı? Diye düşünmeden edemiyorum!
Hitler’in Propaganda Bakanı, büyük yalanların ustası, kara propagandayı en iyi kullananlardan ve “Büyük yalanlar” kitabının yazarı Joseph Goebbels: “Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü ve yeterince sık söylerseniz, insanlar inanır. İnsanları bir yalana inandırmanın sırrı, yalanı sürekli tekrar etmektir” demektedir!
Ülkemizde bildiğim kadarıyla kaldırımlarda yürürken düşüp ölen olmadı. Ancak her gün hastalanan ve salgından dolayı ölen kişi sayıları verildikçe adeta ilk kez ölüm ile tanıştığımızı anladık! Oysa bize sürekli anlatılan bir tekerleme vardı; insan doğar, büyür ve ölür. Anlaşılan o ki biz ölümü bir başkası için hep algılamışız!
Medya tarafından ve sosyal medyada ölüm bu kadar vurgulanınca, ülkemizdeki günlük ve yıllık ölüm oranlarını merak ettim. 2009-2019 yılları sayılarını Türkiye İstatistik Kurumu sitesinden inceledim. Ülkemizde her gün ortalama 1.194 kişi, yıllık ortalama 440.000 kişi ölmektedir. Oran olarak da %o5,3 (binde beş virgül üç) olduğu görülmektedir. Pandemi döneminde ise (11 Mart 2020 ile 26 Haziran 2021 arası) 49.524 kişinin korona virüsten dolayı öldüğü açıklanmaktadır. Oransal olarak ülkemizde ve Dünya’da on binde 3-5 civarında bir rakam karşımıza çıkmaktadır. Bu sayılardan dolayı işyerlerinin kepenkleri kapatıldı. Hayat eve sığdırıldı! Sığdırılırken kimi hayatlar işsiz ve aç kaldı! Kimi hayatlar işveren iken iflas ederek işsiz oluverdi! Kimi hayatlar psikolojik çöküntü yaşadı! Aile içi şiddet, boşanmalar, cinnet-cinayetler ve intiharlarda adeta patlama yaşandı! Ama hayat eve sığmalıydı yoksa asgari ücretlinin maaşından çok daha fazla ceza onu bekliyordu!
Salgın ile mücadele hız kesmeden devam ediyor. Kahramanların çıkıp aşıyı buldukları müjdesi derin bir nefes aldırmıştı! Aşı ile insanlığı kurtarmak istiyorlardı ve bu nedenle seferberlik anlayışı ile teşvik ediliyordu! Bir yandan da Dünya nüfusu çok, bunu azaltalım diyenler de nereden çıkmıştı ki? Diğer yandan kimi uzmanlar, aşıların Faz 4’i aşmadıkları için bilimsel olamayacağı ve bunu geçen aşının da henüz olmadığı söyleniyordu! Dünyayı zalimce kimyasallarla kirletenler, ineklerin çıkardığı gaza takmış durumdalar! Bakalım vizyonda daha neler göreceğiz?
Düşünürken akla deli sorular geliyor: Aşı olanlara korona virüs bulaşır mı? Aşı olanlar da koronadan ölebilir mi? Bir terlik alırken bile garanti soruyoruz da canımız için aşıdan garanti isteme hakkımız olamaz mı? Diye sorunca adeta mahalle baskısı devreye giriyor ve vebalı muamelesi yapılıyor. Kimisi de aşı taraftarları için sürü benzetmesi yapıyordu. Etki-tepki ile kucağımızda ayrıştırıcı nur topu gibi yepyeni bir sorunumuz daha olmaya başladı! Garip ve bir o kadar da ilginç olan, aşı sahipleri ve savunucularının bugün veya gelecekte oluşabilecek yan etkilerle ilgili hiçbir sorumluluk üstlenmemelerine rağmen baskı uyguluyor olmamızdı! Aşı şiddetle tavsiye edilmekte, bir yandan da sorumluluk reddi formu imzalattırılarak yapılmaya devam edilmektedir! Buna rağmen aşı olmak istemeyenlere saygı göstermemek, suçlu muamelesi yapmak, hastalığın adeta sebebi gibi göstermek, akla ziyan bir durum değil midir? Zira düşünmek ve sorgulamak Yaratıcı tarafından insana verilen büyük nimetlerden, saygılı olmak ise medeni olmanın ayırt edici özelliklerindendir.
Tüm bunlara karşın aşının faziletlerini birbirlerinin “AK” dediğine “KARA” diyen yayın organları ve siyasetçiler tarafından son derece ahenkli ve ortak ses ile anlatılıyor olması düşündürücü değil midir? Aşıyı sorgulayıcı kimi paylaşımların sosyal medyada yayınlanmasına firması sahipleri tarafından karşı görüş saygısı çerçevesinde dahi izin verilmiyor ve kimi hesaplar bloke edilerek kapatılıyor! Tüm bunlar, insanlığın sağlığı için mi? Diye sormadan edemiyor insan! Sevinelim mi derin derin endişeler mi duyalım? Takdiri siz sorgulayanlara aittir ve tarih de tanıklık edecektir.
Kamu ya da özel sektörde kimilerinin sözde sağlığımız için hukuku yok saymalarının da bir hak olduğu iddiaları bulunmaktadır! Yani aşı olmayı adeta zorunlu hale getirme girişimleri, çabaları ve hatta resmi yazı ile talimat vermeler de yaşandığı duyulmaktadır. Oysa hukuk devletinde adalet için hukuk kuralları geçerli olmaz mıydı? Kişisel hak ve özgürlükler konusunda bence, sence, onca olabilir miydi?
İşveren veya yöneticiler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına ve Kanunlarına aykırı keyfi ve hukuk dışı talimat veremez, tehdit edemez. Hiçbir işveren veya amir, kanuni bir düzenleme olmadan, kişisel özgürlükleri, kişisel hakları kısıtlayamaz. Kişilik hakları sahibine, bedenine ve maddi bütünlüğüne yönelik saldırılardan kaçınılmasını isteme yetkisi verir ki bu haklar ayrıca kişiliğe bağlı, dokunulmaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklardır. Kişiler istemediği ancak zorunlu tutulan aşıyı da, kendi düşüncesine göre maddi vücut bütünlüğüne bir saldırı olarak düşünebilir. Anayasamızın 13, 17 ve 56. Maddeleri, TCK mad. 90, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi mad. 2, Türk Medeni Kanunu mad. 23, Türk Borçlar Kanunu 417. Maddesi, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu ile Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Hasta Hakları (23420) Yönetmeliği mad.4 de aşı zorunlu kılınmamıştır.
Aşı olmayanı tehdit ederek MOBBİNG uygulamak ya da zorlamak hukuk devletine göre suçtur. İşten atma sebebi olamayacağı gibi maddi ve manevi tazminata yol açacağı ve ayrıca işe iade davası açma hakkı da doğuracağı bilinmelidir!
Konuyu bir hikâye ile bağlayalım. Günün birinde kral bir rüya görür. Rüyasını yorumlamaları için kâhinleri çağırarak rüyasını anlatır ve yorumlamalarını ister. Kâhinler tecrübelidir. Derler ki; efendim rüyanıza göre, yakında bir yağmur yağacak. O yağmurun suyunu içen herkes delirecek. Kral, peki nedir bunun çaresi? Diye sorar. Kâhinler de efendim çok kolay derler. Saraya büyük su depoları yapalım. Suyla dolduralım ve yağmur yağınca siz ve saray halkı oradan içersiniz. Böylece delirmekten kurtulursunuz demişler. Yağmur yağmış. İçen delirmiş. Kral ve saray ahalisi delirmekten tedbir sayesinde kurtulmuşlar. Ancak, bir süre sonra halk homurdanmaya başlamış. Biz delirmiş kral istemiyoruz deyip sarayı taşlamaya başlamışlar. Kral derhal kâhinleri huzura çağırmış. Biz de halk gibi olmazsak onları yönetemeyiz diyerek sakladığınız yağmur suyundan biz de içelim diye emretmiş!...
Maske, mesafe, temizlik ve aşı!...Yağmur suyundan kaldıysa bizde içse miydik? Ne dersiniz? Sağlıcakla kalınız.
İsmail AKGÜN
MEYAD Genel Başkanı,
Eğitimci, Yazar, Mobbing Bilirkişisi