Enfal/40

“Tarik” Arapça “yol” manasına gelmektedir.

Bu kelimeden türetilen “tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir.

“Tarikatlar, Allah’a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir”

Şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını tarif eden tarikatçılar vardır.

Fakat birçok tarikat bağlısı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki uydurma hadisten hareketle; tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe ve kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadırlar.

Sormak lazım;

Yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda, Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar?

Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde

Müslümanların mürşidi şeytan mıydı?

Kuran’ın izahları bu yıllara kadar. Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç duyuldu?

Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır.

Resul ve Nebimiz ise Kuran’ın uymamız konusunda kefil olduğu tek insandır.

Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şahıslara uymak dinin önemli bir şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Bu tarikatların birçok liderinin “asrın müceddidi” veya “Mehdi” veya “İsa” ilan edilmesi, sadece geçmişteki tarikatların değil, Günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir.

Hemen hemen her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabilirsiniz.

Bunların önemli bir bölümü sahip olduğu gücü istismar eden;

İnsanların hem ruh dünyasını, Hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir.

Bu tavırlarıyla, bunların önemli bir kısmı, Kuran’ın eleştirdiği Musevi ve Hıristiyan din

adamlarının dinimizdeki karşılığıdır.

Ey iman sahipleri! (Ahbar ve Ruhban) Hahamlardan ve Rahiplerden birçoğu halkın

mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.

9-Tevbe Suresi 34

Ahbar ve Ruhbanı, Yahudi ve Hristiyan din adamları (yani papaz ve rahipler) şeklinde tercüme edenlere soralım. Bizim Yahudi ve Hristiyan din adamları ile işimiz ne olabilir ki?

Onlar insanların mallarını haksız yere yiyorlarsa bundan bize ne?

Bizim onlarla bir muhataplığımız mı oluyor ki?

Onlar bizim mallarımızı haksız yere yesinler.

Demek ki bu işi müminlerin arasında yapan Ahbar ve ruhbanlar da var olmalıdır ki Kur 'an (dikkatli olun ey müminler) manasında onlara karşı bizi uyarıyor.

Kur'an Ahbar ve Ruhbanın tümü için değil çoğu için bu nitelemeyi yapıyor.

Demek ki böyle olmayan insanların mallarını haksız yere yemeyen Ahbar ve ruhbanlar da var ama azınlıkta.

İnsanların mallarını Ahbar ve ruhbanlık yaparak haksız yere yiyenlere günümüzde de şahit oluyoruz.

Zira kabir azabından koruyor iddiası ile kefen, her derde deva olduğu iddiası ile Ashab-ı keyif isimleri ve yine her derde deva olduğu iddiası ile nal-ı serif pazarlayanlar insanların mallarını haksız yere yemiş olmuyorlar mi?

Bunu yapan kimseler tevbe 34 De bahsedilen Ahbar ve ruhban kapsamına girmiyor ise başka ne yapacaklarda bu ayetin kapsamına girecekler?

Bu fiilleri yapanların tevbe 34 deki Ahbar ve Ruhban kapsamına girmesi için illada manastır ve kiliselerde görevlimi olmaları gerekiyor.

Demek ki hangi ümmetten olursa olsun unvanı ne olursa olsun tüm din adamları ve bilginler (papaz rahip alim bilgin vaiz hoca vs.) Ahbar ve riuhban kapsamına girer. Ama bunların hepsi değil çoğu tevbe 34 kapsamına girer.

Ne var ki Ahbar ve Ruhban konusundaki sorun sadece malların haksız yere yenilmesi değildir asıl sorun onları Rab edinilmesidir.

Ayette Rabbimiz buyuruyor ki: Onlar ahbar ve ruhbanlarını (bilgin ve din adamlarını kendilerine Allah ile birlikte rabler edindiler, Meryem oğlu mesihi de. Oysa onlar yalnızca bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı . Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de munezzehtir. (tevbe 31)

Başlığımızı bir daha hatırlatarak son verelim

Allaha dost olmak varken! Neden Allah dostu ararsın ki

Ey insan..!