800’lü yılların sonu,
900’lü yılların başıydı..
Çevresinde sevilen, saygı duyulan birisiydi..
İyi eğitim almıştı..
Özellikle tasavvuf konusunda bilgiliydi..
Dönemin önemli bilginleri hocalığını yapmıştı..
Öğrendiklerini önce dostları, sonra da yakın çevresiyle paylaştı..
Güvenilirdi..
Tanıyanlar ona her şeyi emanet ediyordu..
Bir gün yakın arkadaşı olan hallaçtan yardım istedi..
Hallaç, dükkanı ona bırakıp gitti..
Ancak dönüşü uzun sürdü..
Döndüğünde ise işlerin birikmiş olduğunu görünce sitem etti:
“Sana yardım edeceğim derken kendi rızkımdan oldum..”
Üzülmüştü..
Parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzattı..
Pamuklar aniden harekete geçti..
Kısa bir süre sonra pamuk yığınları ikiye ayrıldı..
Bir tarafta kar yığını gibi tel tel pamuklar,
diğer yanda süprüntü kısımlar..
Hallaçın bu yaşananlar karşısında adeta küçük dili tutuldu..
Bu bir mucizeydi..
Söylediklerine pişman olmuştu..
Bu olay kısa sürede halk arasında dilden dile yayıldı..
O artık kerametleri olan özel birisiydi..
-
Hüseyin bin Mansur 900’lü yıllarda yaşamış bir İslam bilginidir..
Yukarıda yaşandığı rivayet edilen olaydan sonra adı Hallac-ı Mansur olarak kaldı..
İran’ın Fars Eyaleti’ne bağlı Sur kasabasında doğan Hallac-ı Mansur,
daha sonra buradaki etnik çatışmalar nedeniyle Bağdat’a gitti..
Dönemin önemli İslam alimlerinden dersler aldı.. Bunları paylaşmak için çok yer dolaştı..
Ahvaz, Kum ve Talakan’da halkla bir araya geldi..
Artık tanınan bilinen bir tasavvuf alimiydi..
3 kez hacca gitti..
Kudüs’ü ziyaret etti..
Her gittiği yerde halkla buluştu..
İnsanlara bilgilerini aktardı..
Sonra Bağdat’a döndü..
Artık İslam aleminde fikirleri değer gören ünlü birisiydi..
Müridleri oluştu..
Sonra bir sohbetinde ‘Ene'l-Hakk’ dedi..
Bu sözün anlamı ‘Hak benim,
Tanrı benim’ demekti..
Açık anlatımıyla Allah’a ortak koşmaktı..
Hallac-ı Mansur’un bu sözleri büyük tepki çekti..
Dönemin bazı ulemaları,
Hallac’ın sihirbaz, şarlatan olduğunu öne sürdü..
Hatta ‘deli’ yakıştırması yapanlar bile vardı..
Olayın ardından Hallac aleyhtarları gösteriler başladı..
Müridlerinin bazıları yakalandı.
Aleyhindeki iddialar öylesine arttı ki,
Hallac, Ahvaz’a kaçmak zorunda kaldı..
Burada; Danyal Peygamber’in türbesi yakınında 1 yıl saklandı..
Ancak yakalandı ve Bağdat’a götürüldü.
Zindana atıldı..
Tam 8 yıl zindanda kaldı..
Rivayet edilir ki;
Ayağındaki kilolarca demir kelepçeye rağmen Hallac-ı Mansur her gün bin rekat namaz kıldı..
Ancak Hallac karşıtları boş durmadı..
Zindana atılması yeterli görülmedi..
‘Hapis cezası ona verilmiş bir ödül’ dendi..
Baskılar arttı..
Bu duruma karşı koyamayan dönemin Abbâsî Halifesi Muktedir Bi'llâh,
Hallac hakkında idam kararı verdi..
Yine rivayet edilir ki;
Hallac önce kırbaçlandı..
Sonra kolları ve ayakları kesildi.
Daha sonra ise idam edildi..
Bununla da kalınmadı.
Kesik başı Dicle Nehri üzerindeki köprüye dikildi.
Gövdesi yakılıp, külleri nehrin sularına atıldı..
Kesik başı ise Horasan’a götürülüp bölgede dolaştırıldı..
-
Hallac’ı Mansur’un ölümü bugün bile
İslam alimleri arasında tartışılıyor..
Bazıları, “Hallac, ‘Ene'l-Hakk’ diyerek Allah’a olan sevgisinin sınırsızlığını dile getirdi” diyor..
Diğer kesim ise tartışmayı, “Allah’a ortak koşan din düşmanı” sözleriyle noktalıyor..
-
Ünlü tasavvuf şairimiz Mevlana Celalettin Rumi der ki;
"Sadece kalpten gelen erişebilir gökyüzüne.."
KALBİMİZDEKİ SEVGİLER SONSUZ,
YAŞAMIMIZ HUZUR DOLU OLSUN..
İNSANIN İNSANA, SEVGİSİNİN
SONSUZ OLDUĞU BİR DÜNYA DİLEĞİYLE..
Nihat ERENCE / İSTANBUL