MÜSLÜMANLARIN TARİHİNDE ALTINCI KIRILMA: EHLİ SÜNNET (?)

Allah, bundan önce ve bunda (Kur’an’da) size "müslüman" ismini vermiştir. (hac 78)

Kaynaklarda, ilk defa 900’lü yıllarda kullanılmaya başlanan (1) “Ehli Sünnet ve’l Cemaat” kavramını ve temsil ettiği düşünce yapısını anlamak için, ortaya çıkışını ve hazırlayıcı etmenlerini iyi tespit etmemiz gerekir.

Kur’an-ı Kerim’in yönlendirdiği ve Resulullah (s.)’ın önderliğini ve örnekliğini yaptığı “Asrı Saadet”in; Allah, insan, toplum, hukuk, devlet, bilgi, amel, inanç algılayışlarından kopma, sapma, farklılaşma anlamında kullandığımız “kırılma”lardan en etkilisi ve en büyüğü olan “Ehli Sünnet”e sıra geldi, tarihen.

Kaynaklarda, ilk defa 900’lü yıllarda kullanılmaya başlanan (1) “Ehli Sünnet ve’l Cemaat” kavramını ve temsil ettiği düşünce yapısını anlamak için, ortaya çıkışını ve hazırlayıcı etmenlerini iyi tespit etmemiz gerekir.

İlk önce Ehli Sünnet’in omurgasını oluşturan ‘Ehli Hadis’ ten sözetmeliyiz. Onlar, Fetihler sonrası büyüyen İslam topraklarındaki siyasi çekişmeler, İslam’a yeni giren toplumlar ve yeni sorunlar karşısında geleneğin muhafazasını savundular. Geleneğin taşıyıcısı olarak ta hadislerin rivayetine büyük önem verdiler. Resulullah (s.) ve dört Halife dönemlerinde yazılmayan(2) hadislerin yazılması ve okutulması ile uğraştılar. İmam Malik (ö.795) ile başlayan bu ekol, öğrencisi İmam Şafi (ö.820) ile en iddialı dönemine ulaştı. İmam Şafi’nin öğrencisi Ahmet b. Hanbel (ö.854 ) ile de daha katı bir hale büründü. Bu üç isim hadis ile meşgul olmanın yanı sıra fıkıh ile de uğraşarak kendilerine özgü fıkhi usüller geliştirdiler. Bu usüller ve görüşler, takipçileri tarafından daha sonraları fıkhi mezhep haline getirildi.

Ehli Hadis’in mensupları, Ehli Rey, Mu’tezile, Hariciler ve Şia’ya şiddetle karşı oldular. Onları Sahabenin yolundan ayrılmakla itham ettiler. Akıl yürütmenin ve eleştirinin yerine teslimiyeti ve taklidi öne çıkararak, dini konular üzerinde konuşmamayı ve ibadete ağırlık vermeyi savundular.

Ehli Hadis, Resulullah (s) sonrası Sahabenin birbirini öldürdüğü ‘Fitne dönemi olayları’ karşısında Ehli Sünnete de miras kalacak bir suskunluk geliştirdi. Sahabenin dini anlamada ve yaşamada yanılmaz örnek olduğunu savunmalarına rağmen birbirlerini öldürmelerini izah edemediler. Hz. Ali’nin ve karşısındaki sahabe grubunun arasında tarafsız olduklarını ilan ettiler. Bunu “Sahabe fazileti” ile açıkladılar.(3) Sahabenin üstün olduğu, onları sorgulamanın saygısızlık olacağı, her birinin doğruyu gösteren birer yıldız olduğu iddiası, Ehli Hadis’in en hassas yanını oluşturdu. (4)

Ehli Hadis’in Emevi ve Abbasi iktidarları karşısındaki temel davranış biçimi, her türlü siyasal tartışmadan uzak durmaktı. Onların iktidarlarının meşruluğunu sorgulamak, Müslümanlara yaptıkları zulümlere karşı çıkmak, hanedan’ın İslam dışı davranışlarını eleştirmek zor bir seçimdi. Bu seçimi tercih eden Şia, Hariciler, Mu’tezile gibi gruplar, Ebu Hanife gibi ferdi şahsiyetler karşı oldukları Saltanat tarafından şiddetle cezalandırıldılar.

Abbasiler, kendilerine muhalif fırkaları sindirdikten sonra ihtiyaç duydukları fikri desteği bulmak amacıyla Ehli hadis’le yakınlaşma içine girdiler. 847 yılında Mütevekkil’in Ehli Hadis üzerindeki ‘mihne baskısı’nı kaldırarak onların fikirlerini benimsemesi ile Abbasilerin resmi mezhebi haline geldiler.(5)

Abbasilerin Ehli Hadis’i seçmesindeki neden, Bu ekolün daha önce hiçbir siyasi isyana destek olmaması ve Hilafet meselesinde iddialı bir görüşlerinin olmaması idi. Ehli Hadis için Halife’nin ne şekilde seçildiği, nasıl biri olduğu artık birinci dereceden önemli bir konu değildi. Çünkü bu meseleler yüzünden iki yüzyıldır Müslümanlar birbirinin kanlarını akıtıyordu. Önemli olan, Müslümanların birlik içinde olmaları ve nasıl olursa olsun bir halifenin başlarında olması idi.

İktidarın şemsiyesi altına giren Ehli Hadis, Abbasilerin resmi fıkıhçıları olan Ehli Rey ile yakınlaşmak zorunda kaldı diyebiliriz. Harici tekfircilik karşısında iman - amel ayrımını öne çıkaran Mürcie ile de uzlaştılar. Bu tarihlerden itibaren Abbasi iktidarı, Ehli, hadis, Ehli Rey ve Mürcii unsurlardan oluşan koalisyon yeni bir isim kullanmaya başladı; Ehli Sünnet ve’l Cemaat.

Bu aşamadan sonra Ehli Sünnet; belirli bir mezhebi ifade etmekten öte, pek çok mezhep, görüş, zümre ve grubu çatısı altında toplayan şemsiye bir kavram haline geldi. Karşısında ise “Bidat Ehli” olarak isimlendirdikleri Şia ve Mu’tezile vardı. Şia, Abbasilere olan siyasal muhalefeti yüzünden, Mu’tezile ise akılcı olmaları ve felsefeye olan ilgileri nedeniyle gelenekçilerden veto yediler.

900’lü yıllarda Eşari (ö.942 ) Irak’ta, Maturidi (ö.944) Maveraünnehir’de, Tahavi (ö.933) Sünniliğin kelami alt yapısını oluşturdular. Abbasi Halifesi ve bölge sultanlarının desteği ile Ehli Sünnetin yaygınlaşmasını sağladılar.(6) 1020 yılında Abbasi Halifesi el-Kadir billah’ın emri ile Resmi bir Ehli Sünnet itikadı hazırlanarak (7) hazır bulunan ulemaya imza ettirildi ve halka ilan edildi. Bu itikadnameye muhalefet edenlerin fasık ve kafir oldukları bildirildi. Bundan sonra başta Gazneli Mahmut olmak üzere yerel yöneticiler bu tavrı benimsediler. Ehli Sünnet dışı tüm fırkalar (özellikle Mutezile ve Şia) takibe alındı. Bunlardan, hapsedilenler, öldürülenler oldu. Değişik yerlerden toplanan Mutezile mensuplarını hapsetmek için Azdar bölgesinde bir hapishane yapıldı. Gazneli Mahmud’un emriyle, Mutezile’ye ait kitaplarla beraber felsefe ve astronomi kitapları da yakılırken, Mutezile mensupları Horasan’a sürüldü. Rey kütüphanesinde yakılan kitapların, sadece fihristinin 10 bin cildi bulduğu da rivayet edilmektedir.(8)

1100’lerde ise Gazzali (ö.1111) Ehli Sünnet ile Tasavvufu uzlaştırdı. Bu bir bakıma Ehli Sünnet uleması nezdinde Tasavvufun meşrulaştırılması anlamına geliyordu. Bu tarihten sonra Tarikatler özellikle Selçuklu sınırları içinde daha aktif hale geldiler.

Müslümanların tarihi içinde oluşan bütün mezhepler, içinde bulundukları siyasal ortamda oluşan sorunlar karşısındaki farklı duruşları neticesinde şekillendiler. Diğer tüm siyasi, itikadi mezhep ve fikri akımlardan sonra ortaya çıkan Ehli Sünnet, daha çok mozaik bir yapı oluşturdu. Üzerinde uzlaşılan bir Ehli Sünnet tanımı yapılamadı. Hatta yapı içerisinde farklı olan diğerlerini Ehli Sünnet dışı sayan bir çok alim çıktı. Örneğin Eşari; Ebu Hanife ve ashabını Ehli Sünnet’ten saymamaktadır.(9)

Günümüzde tüm Müslümanların %85’i gibi büyük bir çoğunluğunun mensubu olduğu Ehli Sünneti bir kırılma, bir sapma olarak görmemizdeki sebeplere gelince;

1- Ehli Sünnet’in hadislere dayanarak itikad oluşturması; Yüce Rabbimiz, insana inanması gereken esasları Kuran’ı Kerim’de açık ayetlerinde belirtmiştir. Dalaleti kati olan ayetlerin yanısıra, dalaleti zanni olan hadislerin iman esaslarını belirleyici unsur olarak alınması bir çok soruna yol açtı. Siyasi ayrılıkların oluşturduğu fırkalar, kendi durumlarına uygun itikadlar belirlediler ve bu itikadlarına delil olarak hadisleri kullandılar. Hakkında ihtilaf edilmeyen tek kaynak olan Kur’an-ı Kerim, İslam ümmetini yeniden bir araya toplayacak en birinci harçtır. Bu birleşme, ihtilaflı konulardan öte, temel konulardan yani iman esaslarından başlayacaktır.

2- Ehli Sünnet’in her dönemde içinde bulunduğu siyasi otoriteyi meşrulaştırıcı bir rol oynaması: Ortaya çıktığı yıllarda İslam topraklarındaki parçalanmışlığa son vererek, siyasal bütünlüğü sağlamak ve dışarıdan gelen saldırılara karşı koyabilmek için, adalet ve dindarlıktan çok, kudretle donatılmış, güçlü bir sultana duyulan acil ihtiyaç, sünni siyaseti oluşturdu. Bu güç vurgusu, imamda bulunması gereken, adalet, ilm, ahlak gibi nitelikleri geri plana atılmasına yol açtı. Örneğin Tahavi şöyle demektedir: “Zulümde yapsalar, imamlarımıza ve emir sahiplerine isyanı caiz görmeyiz. Onlara beddua etmez, onlara itaatten el çekmeyiz.”(10)

3- Ehli Sünnet’in hadis ile sünneti eşit görmesi: Kur’an’ın pratiği olan sünnetin ne olduğu ve kaynağının neler olacağı tartışılagelmiştir. Sünnetin, Kur’an gibi Allah tarafından Resulullah’a indirilen fakat yazılmayan vahy (vahyi gayri metluv) olduğu, bunun da kaynağının hadisler olduğu fikri İmam Şafi’den beri önemli bir kısım ehli Sünnet uleması tarafından savunulmaktadır. Hatta bir kısım tarafından hadislerin de Allah tarafından Resullah’a indirildiği iddia edilmektedir. (11)

Bugün Müslümanların zihninde; ayet, sünnet, hadis, sahabe görüşü, ulema içtihadı, alim görüşü kavramları birbirine karıştırılarak, bir bilgi karmaşası ortaya çıkarılmıştır. Allah’ın sözlerini diğer tüm sözlerden ayırmalıyız ve en üstte tutmalıyız. Çünkü evrensel olan, sorumlu tutulacağımız, bizi hidayete ulaştıracak olan onlardır. Sünneti iyi tespit etmeliyiz. Çünkü, Kuran’ın pratiğidir. Bize, üzerinde İslam ümmetinin ihtilafı olmadan yaşayarak, yaşatılarak ulaşır. Hadisleri iyi ayıklamalıyız. Hadis usulünde ‘metin tenkidi’ni öne çıkarmalıyız. Sahabe sözlerini, ulema içtihatlarını içinde bulunduğu şartları, söylendiği zamanı göz önünde tutarak değerlendirmeliyiz. Yanılabileceklerini aklımızdan çıkarmadan okumalıyız.

4- Ehli Sünnet’in geleneği aşırı önemseyerek gelişmelere, yeni açılımlara, yorumlara açık olmaması: Ehli Sünnetin Müslüman topraklarda siyasi, kültürel ve toplumsal olarak hakimiyetini ilan ettiği 1200’lü yıllardan günümüze kadar, İslam dünyasında o güne kadar düşünülen, üretilen, yazılan eserlerin üzerine bir tuğla konulmadı. Felsefe, Kimya, Astronomi, Tıp, Botanik, Matematik gibi alanlarda durgunluğa ve gerilemeye başlanıldı. Son iki yüzyıl ise tamamen sefalet. Sebebi ise Ehli Sünnet’in akla ve akılla üretilen ürünlere olan önyargılı yaklaşımıdır. İslami ilimler olan tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerde bile yüzyıllardır şerh kültürü hakimdir.

Açıkça söylemek gerekir ki; Ehli Sünnetin itikadı, Kur’an algısı, tefsir metodu, hadis usulü, fıkıh anlayışı, mezhep taassubu ile hayatı inşa edemeyiz, çağa söz söyleyemeyiz. Ezilenlerin sesi olamayız.

Samimi olarak yeniden okumalıyız; Kur’an’ı, tarihi ve hayatı.

KAYNAKLAR:

1- Bünyamin Esen, Ehli Sünnet: Kavramın Oluşum ve Gelişim Süreci, Ankara Okulu Yay. s.79

2- Hz. Ebubekir Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” (Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3),

Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabilere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi. (İbni Abdil Berr, Camiul Beyanil İlm ve Fazluhu 1/64-65)

Hadisler Hz. Ömer döneminde çoğalmıştı. Hz. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişna’sıdır bunlar.( İbni Sad/Tabakat 5/140)

Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir. ( Tahzırul Havas 10b.)

Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi. (Buhari K. Fezailul Kuran 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30,31)