Aslında soru şuydu:
Türkiye’de bu kadar Galatasaraylı var mıydı?
Nereden çıktı bu kadar Galatasaraylı?

Son düdük çalındığında sokaklar sarı-kırmızıya boyandı..
Bayrağını eline alan, 
atkısını boynuna takan, yüzler, binler hatta onbinler Türkiye’nin 81 ilinde sokaklara döküldü..
Mevcut 957 ilçenin meydanları Galatasaray taraftarıyla doldu..
Coşku yalnızca Türkiye’de değildi..
Azerbaycan, Kıbrıs, ABD, Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya velhasıl her yer aynı renkti..
Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika da bu coşkuya eşlik etti..
Galatasaray 21’nci şampiyonluğu doyasıya kutladı..
Kutlamaya da devam ediyor..

++++++++++++
Belli ki 2 yıllık özlem bir hayli uzun gelmişti sarı-kırmızılı renklere gönül verenlere..

Oysa çok uzağa gitmeyelim.. 
Daha 5 ay öncesi..
İşlerin iyi gitmediği bir takım.. 
Taraftarın sevmediği bir hoca ve camianın dışladığı bir başkan..
Kaosun tavan yaptığı bir kulüp..
Peki bu 5 ay içinde ne değişti? 
Galatasaray ‘düştü’ denilirken zirveye nasıl çıktı?
Şampiyonluğa nasıl uzandı?
Cevap bazılarına göre kolay ve basitti..
FATİH TERİM..
Ancak her şey bu kadar mı ‘cuk’ otururdu!
Fatih hoca, Milli takım’dan kovulmuş, yalnızca bir ‘sana ihtiyacımız var gel’e bakıyordu..
Öyle de oldu..
Ülkede, bir çok insanın kovulmasından keyif aldığı Terim için aslında bu bir yeniden doğuştu..
Yeniden ayağa kalkmak idi.. 
Bazılarına ders vermek için bundan iyi fırsat olamazdı..
Öyle ya; 
arkasında öyle bir güç vardı ki, hatalar yapsa bile tolere edilirdi..
Camia ve taraftarı arkasına alan Terim, beklentilerin aksine agresif olmadı..
Kavgacı değildi..
Daha itidalli, daha sıcaktı..
Bu durum yalnızca kendi taraftarının değil rakiplerin de övgüsünü aldı..
Son düdüğe kadar inancını yüksek tuttu.. 
Öyle 2 binli yıllarda olduğu gibi sahada, 7-8 Türk oyuncusu da yoktu..
Ancak Galatasaray’ın tarihindeki kültür, bu engeli aştı.. 
Bir çok kişi bugün eleştirse de Mekteb-i Sultani ruhu bugünkü başarıyı getirdi..

++++++++++++++
Yıl 1867 idi..
Fransız İmparatoru Napolyon tarafından Fransa’ya davet edilen Sultan Abdülaziz gördükleri karşısında bir hayli etkilendi..
Düşüşe geçen, 
sıkıntılar yaşayan Osmanlı’nın tekrar yükselmesi iyi eğitimli elemanlarla olabilirdi..
Özellikle devlet kademesinde görev yapacakların, bu eğitimi almaları şarttı..
Karar verildi..
1 Eylül 1868’de İstanbul’un en merkezi yerinde 
Mekteb-i Sultani adlı okul kuruldu..
Okulda eğitimin Türkçe ve Fransızca yapılması kararı alındı..
Okula her dinden öğrenci alınacaktı.
Müslümanlar, Hristiyanlar, Museviler, Rumlar, Yahudiler aynı ortamda eğitim görecekti..
Bu karar büyük tepki çekti..
Rumlar, ‘Yunanca ders programında yok’ derken, Ruslar, Fransız nüfuzu altındaki bir okula çocuklarını göndermeyeceklerini duyurdu..
Museviler ise ‘Hıristiyan bir müdürün yönetimindeki okula öğrenci göndermeyiz’ dedi..
Katoliklerin çekincesi ise, çeşitli dinlerden oluşan okulda çocuklarının ahlaklarının bozulacağı yönündeydi..
Ancak tüm bu sorunlara karşın Mekteb-i Sultani 341 öğrencisiyle eğitime başladı..

Bu öğrencilerden 147’si Müslüman, 48’i Ermeni, 36’sı Rum, 34’ü Musevi, 34’ü Bulgar, 42’si ise Katolik’di..
‘Herkes kendi dinini yaşayacak’ dendi..
Laiklik için önemli bir adımdı bu..
Lise binası 7 Mart 1907’deki büyük bir yangınla kül oldu..
Geriye yalnızca taş duvarlar kaldı..

Ancak Sultan 2’nci Abdülhamid bizzat devreye girdi ve Mektebi-Sultani 1908 yılında yeniden eğitime açıldı..
Okul, Fransa desteğiyle açılmıştı ancak öğrenciler 1’nci Dünya Savaşı’nda karşı cephede bulunan Fransızlar’a karşı savaştı.
Öğrencilerin bir çoğu gönüllü olarak askere gitti.
Balkan Savaşı ve Çanakkale’de toplam 51 şehit verildi..
1917 yılında Mekteb-i Sultani’den yalnızca 5 öğrenci mezun oldu..
Aynı yıl Mekteb-i Sultani, İstanbul'a gelen işgalci kuvvetlerin el koyma tehdidi altında kaldı..
İngilizler, büyük binaları karargah olarak kullanıyor, bu iş için de en uygun yerlerden birisi de Mekteb-i Sultani idi..
Dönemin müdürü Salih Arif Bey’in aklına ilginç bir fikir geldi..
Fransızlarla anlaşarak, okulun Fransızlar tarafından işgal edildiğini duyurdu..
İngilizler gitmek zorunda kaldı..
Başka mekanlarda konuşlandı..
İstanbul, İngiliz bayrakları ile donatılırken, 
İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Karakolu ve postane dışında Türk Bayrağı çekilen tek yer Mekteb-i Sultani idi..
1923 yılında Cumhuriyet’in ilanından sonra Mekteb-i Sultani’nin adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirildi..
Cumhuriyet’le birlikte Fransızca konuşulma zorunluluğu kalktı.. 
Genel kültür dersleri Türkçe verilmeye başlandı..
Türkiye’nin gözde eğitim kurumu olan ve ‘Batıya açılan pencere’ olarak kabul edilen Galatasaray Lisesi önemli isimler yetiştirdi..
Tevfik Fikret, Ali Sami Yen, Cahit Sıtkı Tarancı, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet (Parasızlık nedeniyle okuldan ayrıldı), Abdi İpekçi, Turgay Şeren, Mehmet Ali Birand, Erol Günaydın, Haldun Dormen, Fikret Mualla, Ferhan Şensoy, Fikret Kızılok, Candan Erçetin, Barış Manço, Orhan Boran, Özdemir Asaf bunlardan sadece bir kaçı..

+++++++++++++++

Malumunuz, Galatasaray’da yıllardır tartışılan bir liseli konusu var..
30 milyonu aşkın taraftara sahip kulüpte son söz liselilerindir..
Yıllardır, yönetimleri liseliler belirler.. 
Başkanlar yine istisnalar dışında liselilerden seçilir..
Galatasaray Lisesi’ni bitirenler kolaylıkla kongre üyesi olurken, sarı-kırmızılı renklere gönül verenlerin üyeliği Sırat Köprüsü’nden geçmek kadar zordur..
Peki taraftar kolayca üye yapılmalı mıdır?
Türkiye’de taraftarına üyeliği açan kulüp Fenerbahçe’dir..
Yaklaşık 27 bin kongre üyesine sahiptir Fenerbahçe..
Haziran ayında yapılacak seçimde de 25 bin 650 kişi oy kullanacaktır..
Galatasaray’ın son seçiminde kullanılan oy sayısı ise 3 bin 500’dir..
Sürekli eleştirilen, ‘Liseci’ denilen Galatasaray’ın 21 şampiyonluğu var..
Fenerbahçe 19, Beşiktaş ise 15 şampiyonluğa sahiptir.. (İtirazla elde edilen 2 şampiyonluk dahildir buna)
Trabzonspor’un 6, Bursaspor’un ise 1 şampiyonluğu bulunmaktadır..
UEFA Kupası’nı, Avrupa Süper Kupası’nı kazanan tek Türk takımıdır Galatasaray..

İşte burada can alıcı soru şudur:
Kulüplerde taraftar mı söz sahibi olmalı?
Yoksa eğitimli, seçilmiş insanlar mı görev almalı?

Bu hep tartışılacaktır. 
Ancak gerçek olan şu ki, başarı her zaman ilk sıradadır..
O zaman başaran haklıdır..
Nihat ERENCE / İSTANBUL