Allah'ın ilahi kanunları gereği, bizzat kendisi insanlarla konuşmayacağı için, insanlara ilahi hükümlerini bildirmek için, kendi takdiri olarak, insanlar arasından seçtiği kullarını Elçi olarak gönderir.
Allah'ın alemlere rahmet olması için elçi olarak gönderdiği, son Nebi/Resul Muhammed (as) üstlendiği misyonu mükemmel bir şekilde yerine getirip görevini tamamlamıştır.
Muhammed Nebi'mizde kendinden önceki Elçiler gibi Allah'ın seçtiği özel ve nitelikli kişilerden biriydi. Diğer Elçiler gibi sadece beşeri vasıflara sahipti.
Yani Elçi olarak kendisinden önceki tüm Elçiler gibi, Allah'ın ilahi mesajlarını, vahyini eksiltmeden veya ilave yapmadan, olduğu gibi insanlara tebliğ etmiş, aktarmış, ilan etmiş, beyan etmiş, bildirmiş, açıklamış, deklare etmiştir.
Bununla birlikte tebliğ görevi dışında, bu ilahi mesajların içerdiği hükümleri bizzat kendi hayatı üzerinde yaşayarak uygulamış, toplumuna canlı bir uygulayıcı olarak her açıdan örnek olmuştur.
Tüm nübüvvet hayatı boyunca kendisine verilen Elçilik misyonu ve tebliğ görevi dışında, örnek mücadele ve çaba ile hayatını bu dine vakfetmiş, Allah'a olan sonsuz güven ve imanı sonucunda bu kadar kısa sürede o müşrik, cahil, gaddar, vicdansız ve duyarsız toplumu, Allah'a samimiyetle iman eden, şefkatli, duyarlı, yardımsever, canını bu uğurda verebilecek düzeyde imana sahip bir topluma dönüştürmüştür.
İslam’ın barış ve esenlik demek olduğunu, tevhide dayalı bir din anlayışını yani bir ve tek Allah'a inanmayı, temel ahlaki ve manevi değerlere sahip insan profili ortaya çıkarmak amacı taşıyan ilkelerini kısa sürede tüm dünyaya yaymış ve İslam kısa sürede büyük kitlelerce kabul görmüştür.
Bu kabulde İslam’ın insan hakları, eşitlik, özgürlük, barış, kadın hakları, yardımlaşma, insani ve ahlaki değerler üzerine kurulu bir din olmasının yanında,
Muhammed Nebi'mizin mükemmel beşeri vasıflara ve ahlaka sahip olmasının, eşsiz mücadele, azim, sabır, Allah'a olan güçlü iman ve teslimiyetiyle çizdiği örnekliğinin de büyük etkisi olmuştur.
Muhammed Nebi'mizin üstün ahlaki özellikleri, lider vasfı ve Allah'a olan imanı sayesinde hem dini açıdan hemde siyasi olarak İslam dini ve kurulan devlet hızla büyümüştür.
23 yıllık bu nübüvvet hayatı sonunda ortaya çıkan muhteşem tablo, maalesef vefatından çok kısa süre sonra başlayan cahiliye döneminin kötü uygulamalarını terk edemeyen Müslümanların arasındaki siyasi çıkar çekişmeleri ile binlerce Müslümanın birbirini öldürdüğü iç çekişmelerle bozulmaya başlamıştır.
İslam’ın esas amacı ve değerleri maalesef tam olarak özümsenmemiş, Muhammed Nebi'mizin getirdiği Kur'an ın mesajlarına dayalı din anlayışı, zamanla Kur'an dan uzaklaştıkça, yerini çıkarlar uğruna ortaya atılan uydurma hadislere dayalı din anlayışına bırakmıştır.
Yüzyıllar boyu dindeki bu tahrifat, bozulma, deformasyon sonucu Kur'an neredeyse sadece anlamadan okunan, duvarlarda yüksek yerlere asılı duran, fonksiyonunu yitirmiş, toplumun içeriğinden haberi olmadığı bir konuma getirilmiş ve din sadece beşer eliyle yazılmış ve ''güya'' Nebi'mizin din adına söylediği söz ve fiillerin yazılı olduğu hadis kaynaklarına göre yaşanır hale getirilmiştir.
Maalesef belli çevreler siyasi, iktisadi bazı çıkarları uğruna bu hadis kaynaklarında da yer alan bir sürü hurafe, safsata, bid'atları dini hüküm ve kurallar olarak dine sokmuşlar ve Muhammed Nebi'mizin eşsiz mücadele ve azmiyle büyük kitlelerce kabul gören o dönemdeki gerçek İslam yani ''İNDİRİLMİŞ DİN'' anlayışı yerini, bugün çoğunluğun İslam diye yaşadığı ''UYDURULMUŞ DİN'' anlayışının hakim olduğu bir dine bırakmıştır.
Bugün yaşanılan İslam dini;
gerek uygulamaları ve gerekse özü itibariyle orijinal din anlayışıyla tamamen zıt özellikler içeren,
şekilsellik ve gösterişe dayalı, asıl amaç olan maneviyattan uzak, dünyevi istek ve arzulara göre modifiye edilmiş, samimiyetten uzak ve çıkar üzerine kurulu, dinin temeli olan tevhid esasının akamete uğradığı, uydurma hadislerle Nebi'mizin ilahi yetkiler isnat edilerek ikinci otorite haline getirildiği, Şirk kokan inanç ve ibadet şekillerinin dine eklendiği, Kur'an dışında din adına bir sürü dökümanın din kabul edildiği, neredeyse tamamen beşeri kurallarla dizayn edilmiş ''gelenekçi, atalar dini'' ne dönüştürülmüştür.
Ne hazindir ki, sevgili Nebi'miz zaten bu zihniyetin hakim olduğu yani şirk içeren ve tevhidden uzaklaşmış, atalarının uygulamalarını ilahi vahye rağmen kendilerine din edinmiş bir topluma, Kur'an ile doğruya yöneltmek için gönderilmişti.
Şimdi baktığımızda, günümüz İslam toplumunun büyük kısmı o günün müşrik toplumunun inancının karekteristik özelliklerini taşıyan bir din anlayışını, İslam dini diye yaşadıklarını zannediyorlar maalesef.
Peki Muhammed Nebi'miz bugün tekrar yeryüzüne gelse; Müslümanların bu içler acısı durumunu görse, hayatını adadığı, ömrünü vakfettiği, türlü zorluklar ve fedakarlıklarla getirdiği İslam dininden ve bu dinin temeli olan tebliğ ettiği ilahi beyan Kuran’dan eser kalmadığını, Müslümanların Allah'ı unutmuş, Ahireti hesaba katmayan bir hayat tarzı yaşadıklarını, Allah’ın yasakladığı birçok şeyi yaptıklarını, İslam’ın değer yargılarını yerle bir ettiklerini görecek, büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak derin bir üzüntüye kapılacaktı.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; kendisinden sonra kendi adına uydurulan ve yazılan hadis kitaplarının ''Kur'an eksiktir ve din adına yeterli değildir, Kur'an da her şey yer almaz'' denilerek dinin kaynağı olarak kabul edildiğini, bunların din olarak yaşandığını görüp hayretler içinde kalacak, kendisinden sonra yeni bir din üretildiğine tanıklık edecek ve belki de “Benim getirdiğim İslam Dini bu mu?” diye soracaktı.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; insanlara Allah’ın dinini tekrar tebliğ etse, muhtemelen Müslümanların önemli bir kısmı tarafından tepki görecek, tıpkı Mekke müşriklerinin kendisine yaptıkları gibi sapkınlık ve delilik ile itham edilecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; muhtemelen kendisine;
“Sen peygamber olamazsın, peygamberimizden bize gelen ve atalarımızdan gördüğümüz şeyleri yalanlıyorsun”
''Atalarımızdan, imam, alim, ulema, müçtehitlerden senin dediklerini duymadık''
'' 1400 yıldır kimse bilemedi de sen mi biliyorsun?'' denilecek, belki de şiddet, hakaret ve zulme maruz kalacak ve belki de,
“Allah’ın dinini bana mı öğreteceksiniz” diyecekti.
Çünkü yüzyıllardır din öyle bir tahrifata uğradı ki günümüzde anlatılan din, Allah, peygamber kavramları tamamen gerçek İslam’dan kopuk ve farklı anlamlar içeren hale getirildi.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; dünya üzerinde birbiriyle savaşan ve çatışmalar sonucu ölen her yüz Müslümandan doksanının yine Müslümanlar tarafından öldürüldüğü, kadınların zulüm ve insanlık dışı davranışlara maruz bırakıldığı, cahillik ve eğitimsizliğin makbul sayıldığı, mezhepsel kavga ve çatışmaların gölgesinde, çocuk, kadın, yaşlı birçok Müslümanın acımasızca katledildiği, insanların evlerinden, yurtlarından edildiğini görecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; Müslüman ülkelerdeki düşünce ve inanç özgürlüklerinin bulunmadığını, dinin istismar edildiğini, insani değerlerin ayaklar altında ezildiğini, dünya çıkarlarının ahiretin önüne geçirildiğini görecek ve benim getirdiğim İslam’ın değerleri nerede diye soracaktı.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; İslam dünyasındaki mezhepsel bölünmeleri, insanların tarikat, cemaat adı altında bilimden uzak, aklını kullanmayan, sürü toplumu haline getirildiğini görecekti. Ekonomik refah ve gelişmişlik, sanat ve bilimde dünyanın en geri toplumları arasında yer aldıklarını, bunun sebebinin de İslam dünyasının Kur'an ı bir kenara bırakarak, Kur'an ın bilime, akıla, gelişime, çalışmaya, üretmeye, toplumsal yardımlaşma ve desteğe önem veren tüm kurallarından Kur'an ı anlayarak okumadıkları için bihaber oldukları gerçeğini görecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; adaletsiz gelir dağılımını, bir yanda zevk ve safa süren kesimi diğer yanda hayatını zor şartlarda devam ettirmeye çalışan kalabalıkları görecek, sosyal ve ekonomik adaletsizliklere tanıklık edecek ve bunun nedeninin Kur'an daki infak, zekat, sadaka verme emrinin hakkıyla yerine getirilmemesi olduğunu görecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; hukuksuzlukları, güçlü olanın haklı sayıldığını, mazlum ve çaresizlerin horlandığını, herkesin kendinden olanı kayırdığını, birlik olma, hoşgörü ve sevginin yerini, ötekileştirmenin, öfkenin ve kinin aldığını görecek ve nerede Kur'an ın adalet ilkesi diyecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; barış ve güven dini İslam’ın korku dinine dönüştürüldüğü, kendisine güvenilen ve kendisinden emin olunması gereken Müslümanlardan uzak durulduğu, bunca kötü örnek sebebiyle samimi ve erdemli bir şekilde inancını yaşamak isteyen Müslümanların da bu çarpık zihniyet tarafından mağdur edildiği bir dünya görecekti.
Muhammed Nebi'miz bugün gelse; kardeşlikten, sevgiden, saygıdan, erdemden, adaletten, hoşgörü ve anlayıştan, bir arada yaşama kültüründen, ilimden, akıl ve düşünceden ve yalnız Allah’a kul olma ve bu sorumluluğun bilinci ile hareket etmekten eser kalmadığını, akıldışılık, cahillik, şiddet, savaş, kargaşa ve zorbalığın dinin yerini aldığını, kendisini örnek aldığını iddia edenlerin O'nu Kur'an dan değilde uydurma bilgilere dayalı hadislerden öğrendiği için kendisini hiç anlamadığını görecek,
“BEN SİZE BÖYLE BİR DİN TEBLİĞ ETMEDİM” diyecek ve muhtemelen hesap günü ahiretteki şikâyetini burada da ifade edecekti:
“Rabbim şüphesiz toplumum bu Kur'an ı terk edilmiş/dışlanmış bir kitap haline getirdiler.”
(Furkan / 30)
Selam, Muhammed Nebi'mizin Kur'an daki örnekliğinden ve getirdiği Kur'an a dayalı dinden ayrılmayan, adeta yaşayan hali olduğu Kur'an a tabi olanlara olsun.‼